Elveda Burnu’nda yagmur basliyor

Sabah erkenden kalkip, oglen baslayacagini duydugumuz yagmurdan once meshur Cape Farewell’e (elveda burnu anlamina geliyor) bir yuruyus yapmayi kararlastirmistik. Hizlica kahvaltimizi yapip yola koyulduk.

Sorgulanasi bir alaka; bu eeen son nokta, eeen uc, eeen bati, vb… sifatlariyla anilan yerlere olan ilgi. En yuksek, en uzun, en derin… Rekorlar kitabinin olusturulusu da boyle bir ilgiden besleniyor sanki. En derin cukura giden ilk kisi, yere en yakin noktada parasutunu acan ilk serbest parasutcu, Mans Denizi’ni ucarak gecen ilk adam, dunyayi en kucuk tekneyle dolasan kisi… En’ler oyle ya da boyle ilgi odagi… Biz de iste dunyanin en guneyindeki ulkenin guney adasinin en kuzey ucuna gitmis olmanin “EN” hakli gururunu yasayalim dedik :). Sinirlarda dolasma, sinirlara dokunma duygusu… Birkac sene evvel Sinop Inceburun’a da ayni heyecanla gitmistik :).

Burasi guney adanin eeen kuzey ucu. Gercekten ilgincmis!
Okyanusun kuvveti ve sanat kabiliyeti insana parmak isirttiracak derecede. Cilgin dalgalar muthis bir caliskanlikla, durmaksizin doverek fil seklinde bir yer sekli olusturmuslar bu burunda. Ruzgar pek kuvvetli. An itibariyle, coktan bozmus ve terbiyesizce daha da bozmaya devam eden havanin getirdigi puskurtu yagmur, iyice sertlesen ruzgarin onune kattigi guclu dalgalar gozumuzun onunde dovmeye devam ediyor burnu. “Ben yarattim bu burnu, bakin yillarca boooyle agir agir isledim!”, demeye getiriyor doga sanki.

Yuzunuzu denizden gelen ruzgara verdiginizde saginizda ve solunuzda asagidaki iki fotograftaki manzara uzaniyor.

Polisiye filmlerde, intihar mi cinayet mi bir turlu anlasilamayan olumlerin gerceklestigi yuksek ucurumlardan birindeyiz. Yasam ile olum arasindaki, alti fazlaca oyulmus bu kavisli duvar insani hem urkutuyor hem de muthis manzarasi sebebiyle yaklasmaya itiyor kenara dogru. Tuzak gibi, buyu gibi bir sey. Sonra birdenbire islak cimlerde ayagim kayiyor ve patates cuvali gibi yuvarlaniyorum. Aklimda ucurumun dogru tarafinda olmanin verdigi paha bicilmez rahatlik. Tabi ki guluyoruz. Olayin nasil gerceklestigini gormemis olmasina ragmen As, hayaliyle bile katiliyor gulmekten; orama burama ot parcalari yapismis, cimen yesili bulasmis ve uygunsuz yerlerim islanmis.

Sirtta dolasirken kendimizi yavas yavas birilerinin tarlasinda koyunlarin arasinda, uzun cimler icinde yururken bulduk. Pacalar islaniyor, omuzlar coktan puskurtu yagmurun islakligini emmis bile. Ilerdeki tepede fener var, pusun icinde tam secilmiyor ama orada oldugunu biliyoruz. Yuksek bir noktada. Ayrica oradan Farewell Spit’i uzaktan guzelce gormek mumkunmus. Kararsiz kaldik, hava bu derece pusluyken ve ufuklar secilmezken oraya gitmeye degip degmeyecegi konusunda. Once degecegini dusunmeme ragmen 10 dakika icinde caydim bu fikrimden. Patika yerine boylu boyunca tarlayi gecmeye calistigimiz icin olsa gerek pacalarim ve botum islandigindan keyfim kacti. Geri donmek istedim mizmiz bir cocuk gibi. Ehh haliyle bir tek As katiliyor bana.

Donusu kolay olacagini umdugumuz, falezlerin sirtindan ilerleyen bir rotadan yaptik As ile. Manzara etkileyici ama rota o kadar kuru ve kolay degilmis. Hatta yok yere bir de yanlis patikayi izledigim icin biraz zaman kaybettik baslangicta. Bu da umdugumdan daha islak bir geri donus ile sonuclandi. Yine de falezlerden asagiya bakmak, kovuklara sinmis foklari izlemek, cigliklarini ya da birbirlerine seslenislerini dinlemek gayet keyif vericiydi.

Oglene dogru yagmur azitti isi ve bayagi sagnaga donustu. Merkez kulubenin verandasindan renkleri yagmur nedeniyle iyice kuvvetlenmis dogayi seyretmek gercekten buyuleyiciydi. Bu sirada bir gozumuz surekli yeni cadirimizda. Bu “beklenmedik!” hava muhalefetinin bize olan etkilerini pek merak ediyoruz. Bizim cadirla olan, cadirin dogayla olan ilk deneyimleri bunlar. Herkes yeni tanisiyor birbiriyle. Ustelik oyle boyle bir yagmur yagmiyor, resmen gokyuzu bosaliyor.

Arada gozu karartip kosup bakiyoruz, cadira su girip girmedigini anlamak icin. Hersey yolunda gibi gorunuyor. 1 saat sagnak, “tamam olabilir”. 2 saat, “hadi sabir”. Derken 8 saat boyunca gokyuzu nefes almiyor, icini dokuyor sadece. Aksama dogru bir de ruzgar basladi ki kaygimiz ikiye katlandi; yagmur yirtmazsa cadirlari, ruzgar nasilsa kiracak cubuklari.

Millet teker teker birikiyor kulubeye elde tulumlar. “cadir damliyor, kahretsin!”, “cubuk kirildi, kahretsin!”, “tulum islandi, kahretsin!”. 2 saatte bir kontrole gidiyorum, herseyi sapasaglam buldukca cok seviniyoruz. Her ihtimale karsi cadirin icini topladik bir ara, su girse bile tulumlarimiz islanmasin en azindan diye.

Butun kamp alani kulubede biriktiginden bir ugultu hakim icerde. “Hava nasil olursa olsun bizim havamiz guzel olsun”, dercesine herkes neseyle gunu degerlendirmeye devam ediyor. Biraz orada sohbet biraz burada, iskambil oyunlari, seyahat hikayeleri paylasimi, tavsiyeler derken nasil gece 2’ye geldigimizi bile anlamadik.

Gunun aydinliginin son demlerinde herkesin farkettigi bir durum vardi. Ustundeki kucucuk kopruden arabayla gecerek kampa ulastigimiz, kampin yanindan kivrilarak gecip minik tepelerin ardinda denize baglanan incecik dere yatagi genisledikce genisliyordu ve durmaksizin yukseliyordu su.
Daha aksam olmadan yolu da ortecek sekilde buyukce bir gol olusmustu ve inanilmaz bir sekilde genisleyen dere minik tepelerden birine kurulmus kamp alanimizin eteklerini icine almaya baslamisti bile. Dereye dogru park eden campervan’larin tekerlekleri coktan su altinda, kurulu 1-2 cadirsa su baskini tehdidi altindaydi. Bizim cadirimiz baslangicta dereden metrelerce uzak ve 1-2 metre yuksekte olmasina ragmen, ilerleyen saatlerde dere 1 metre dibimize kadar yaklasmis, yanimizdaki sete kadar gelmisti. Ruzgara ve saganaga direnen cadir bambaska bir tehdit altindaydi artik.

Uykumuz gelince tipis tipis cadira yollandik. Her saat basina alarm kurduk, cikip dibimize gelen dereyi kontrol etmek icin. 2 kere kalktim 3’te ve 5’te. Dere alcaliyor ya da en azindan yukselmiyor gibi geldi. Cadir komsumuz almanlarin cadirinin basaramayisina pek uzulduk mesela, arabalarina siginmislar. Her ciktigimda kapiyi acip dere nasil diye soruyorlar. “Iyi iyi, yagmur azaldi ya. Tekrar artmazsa tasmaz burasi!”. Sonra da tatli tatli uykuma devam ettim, yagmurun ve ruzgarin ortak calismasi olan tamtam seslerini dinleyerekten.

Sabah ilginc bir sekilde basladi. Kahvaltidan sonra gelen kamp sahibi yerlerimizi bosaltmamizi istemis arkadasimdan. “Oralar bugune rezerve, kalmak istiyorsaniz ya para vereceksiniz ya da saat 10’a kadar alani bosaltin!”. Kamp alanina gelen tek yol kapali zaten, nasil birisi gelebilir ki? Bu art niyetli davranis karsisinda cokca sinirleniyoruz. Cadirlari topluyoruz ama gidecek yol yok ki! Oglen iyice sapitan kamp sahibi, kamp hizmetlerini kullanamayacagimizi da soyluyor gecelik para vermezsek. Bunu baska insanlara da soylemis, herkes bu faydalanma girisiminden rahatsiz. Bu arada yoldaki suyu olcmeye sopayla gidip gelenler var. Yolun ortasi 40cm, yanlara dogru 60cm’e kadar yukselmis. Saatlerce bekledik suyun alcalmasini.

Yeteri kadar alcaldigina kanaat getirdigimizde bir plan yaptik. Arabadan butun sirt cantalarini indirdik, aracin biraz yukselmesini sagladik. Araba tek soforle golu gecerken bizler cantalarla yuruyerek gectik ve birikintinin diger tarafinda bulustuk. 6-7 saatlik bir bekleyisin ardindan saat 3’u gecerken basariyla gerceklestirdik bu plani. Aksi takdirde su belki de azalmayacak ve hatta tekrarlayan bir yagmur derinlestirecekti golu. Firsatci kamp sahibininse son anda halen “uygun kamp yerim var, suyu gecmek zorunda degilsiniz.” diyerek bizi kalmaya ikna etmeye calismasi, ustelik bunu onca etik disi davranisi ve sevimsiz konusmasi sonrasinda yapiyor olmasi cok rahatsiz ediciydi.

Yola bir dustuk ki kimse tutamaz bizi. Takaka’ya kadar durmadik. Varinca ilk isimiz DOC ofisine ugramak oldu. Abel Tasman’in durumunu merak ediyorduk. As ve ben siddetli yagis sebebiyle rotanin diger yarisinin da kapanmis olabilecegini, bu sebeple biletleri de iade etmemiz gerekebilecegini dusunuyorduk. Ama patikalara dair olumsuz bir durum raporlanmadigi icin milli park yuruyuse acikti. Halen hava yagisliyken ve bunun sonucu olarak camurlu yollar ve kahverengi bir deniz olacagini dusunugumuzden pek devam etme isteginde degildik yine de biz. Gectigimiz iki gunden kalma islak esyalarla doluydu cantamiz, botlarimiz da giyilecek durumda degildi. Disi fena halde islakken katlamak zorunda kaldigimiz cadirimizin muhtemelen ici de islanmisti artik. Islak ekipmanla kamp pek cazip, cazip olmadigi kadar da akillica gorunmuyordu gozumuze. Ote yandan gunesin gelmeme ihtimali ve bulanik bir deniz dusuncesi Abel Tasman’i pek cekici kilmiyordu. Gunessiz ve denizsiz Abel Tasman, hayvansiz hayvanat bahcesi gibi olur diyerek baska bir zamana ertelemek istedik ziyaretimizi. Bu kararimiz grubumuzun Takaka’da bolunmesiyle sonuclandi. Bir sonraki cuma gece Picton’dan binecegimiz donus feribotunda bulusmak uzere ayrildik yol arkadaslarimizla.

Takaka’da sans eseri buldugumuz bir odada islaklarimizi kuruttuk, cadiri acip kurumasi icin yaydik, botlari kurutmaya calistik ve bir kac gunluk cadir yorgunlunu guzel bir yemek ve bira esliginde, gelecek gunler icin plan yaparak attik ustumuzden. Sonra da dinlendirici bir uykuya biraktik kendimizi.

As & Re bilinmez maceralara dogru kosarken bildirdi. (30 Aralik 2011, Takaka)

Bu yazı günce, Yeni Zelanda içinde yayınlandı ve , , , , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

2 Responses to Elveda Burnu’nda yagmur basliyor

  1. ömür dedi ki:

    abi nasıl mekanlar oralar, pöfff bıktım bu bankadannnnnn

  2. Canan dedi ki:

    size katılmak istiyoru(m) (z)!

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s