18:15’te Varanasi’den ayrilan Marudhar Express’in bir sonraki sabah 5:55’te Agra’ya ulasmasini bekliyorduk. Agra, bu trenin ara duraklarindan biri oldugu icin saate dikkatle bagli kalarak, vakti gelince hazirlandik toparlandik ve siradaki duragin Agra olup olmadigina emin olmak icin bilgi alacak bir gorevli aradik. Ne yazik ki yok! Trenlerde bilet kontrolunden sonra bir daha rastlayabileceginiz, birsey sorabileceginiz ya da yardim isteyebileceginiz bir konduktor bulunmuyor. Bu ayni zamanda trende bir kontrol mercii de olmadigi anlamina geliyor sanirim. Vahsi dogada, cantana sarilip uyumak bu yuzden galiba.
Trenin 2 saate yakin gecikmesi bu yolculugu kotu yapan tek sey degildi ne yazik ki. Hatta konuya diger taraftan yaklasip “bu yolculugu iyi yapan nedir?” diye soracak olursak, bir cevap bulmamiz da pek mumkun degil. Ben Varanasi-Agra yolculugunu hayatimdaki en kotu tren yolculugu olarak etiketlemekte sakinca gormuyorum, Re “en kotu 3e oynar” diyor.
Yolculuk ranza arkadaslarimizin birinin Japon, digerinin Arjantinli oldugunu ogrenmemizle basladi. Birbirimize gulumsedik, yardimlastik. Hatta Arjantinli’nin ayak tirnagi kirilmisti (duvara vurdugunu soyledi) dezenfektan ve yarabandi verdik ona. Sonra en alt katta oturduk bir sure Re ile. Ilk tren seyahatimize gore daha guvende hissettik kendimizi, Yine de cantalari kilitledik. Bizim bolmemize baska kimse gelmeyecek gibiydi. Keske gelmeseydi.
Hersey bolmemizin ilk yerli yolcusunun aramiza katilmasiyla basladi. Guler yuzlu gorunen bu orta yasli sahsiyet, orta ranzanin yolcusuydu. Biz uykumuz gelip de ranzalarimiza yerlestigimizde, o henuz ranzasini acmamisti bile. Yorgunluk coktugunde, hele de bu upuzun bir gunun yorgunluguysa, tren bir besikten daha yeknesak bir sekilde salliyorsa basini cantasina dayar dayamaz uyuyakaliveriyor insan. Iyi ki hemen uyuyakaliyor. Yoksa o gece uyuyabildigi kisacik birkac saat hic varomamis olacakti.
Saat 11’di tanimlanamayan bir sesle uyandim ve bir anda dayanilmaz bir esansta yuzer halde buldum kendimi. Uykum incelmisti demek ki. Ses kulagima kulagima okuyordu, bunca zaman nasil uyumus olduguma bile hayret ettim. Soyulsak soyulurmusuz yani! Cok horlama duydum bu gune kadar. Kampta horladigi icin cadirini herkesten ayri kuranlari biliyorum, kendini odaya kapatanlari da. Ama Leylekler askina bu nasil birseydi ya! Orta ranza komsumuz -ki bu benimle ayni hizzada uyudugu anlamina geliyor- uyurken obua tutustursak boynuna, o derinden cekisle kesinlikle calabilirdi. Bir de kesif bir koku. Yan yatiyor yuzu benim ranzaya dogru, obur yanina yatiyor yuzu duvara dogru, her turlu ben ates altindayim. Bayilacagim. Yuksek sele soyleniyorum ve cevap buluyor soylenmem Re’den. Ogreniyorum ki o da uyumuyor, aslinda. Butun trende bir tek bizim komsu horluyor. Yine bir tek o mudur acaba ortami esanslayan. Iyi ki yanimda kolonya var, ferahlatici. Cok ise yaramiyor ama hic yoktan iyidir.
Gecenin ilerleyen saatlerinde yoldan genc birisi ekleniyor 6. olarak perdeyle ayrilmis 6 ranzalik bolumumuze. Herseyi kibarca ayarliyor, ayakkabilarini cikariyor, sessizce yatagina uzaniyor ve yine kibarca “fiisss”‘ini birakip tatli tatli uykusuna daliyor.
Tren ileri geri salliyor, kafamizdan ayaklarimiza dogru, mideler sapitiyor. Bir yandan ses bir yandan koku. Kolonya bile basarisiz burnumuzu oldurmek konusunda. Dakika sayiyorum resmen, sabah olmak bilmiyor. 4 gibi kalkip bosalan yer var mi diye bakiyorum, girise yakin bir yerin bosaldigini tespit edip oraya gidip oturuyoruz Re ile. Inecegimiz istasyona yakin olmadigimizi ogreniyoruz, 1 saatten fazla gecikmesi var trenin. Midemiz kotu, uyumamisiz dogru durust.
En kotu yolculuga aday gosteriyoruz bunu. Buyrun dostlar, hindistan tren gunlugunun ikinci bolumu!
Sonucun,kendinizi bu kadar sikintiya sokmaniza degmesi dilegimle ve giderek agirlasan hasretimle opuyorum.