Ciftlik evlerini merak ettiginizi soylediniz ya ne biliyorsak anlatmak boynumuzun borcu. Guney adadaki nufusun cogunu ciftciler olusturuyor malum. Kasabalardaki nufus yogunlugu ortalama 50-100 hane arasinda degisiyor.
Bazen ufukta hic ev gormeden, alabildigine citle cevrilmis, hayvanlarin otladiklari arazilerden gecebiliyorsunuz. Toprak sahibi ciftcinin bir ciftlik evi var arazinin az ruzgar bol gunes alan bir kosesinde; bir de gerektiginde hayvanlari toplayip getirdigi bir agil binasi var, kirkma ve ilaclama islerini yaptiklari. Onun disinda da yer yer ciftci olmayan sahislara ait evler gorebilirsiniz, ev onlarin sadece, toprak arazi sahibinin. Ev sahibi eve sahip olmakla birlikte bir de belirli bir sure oturma hakkinin sahibi. Arazi sahibine su parasi oduyor ve arazideki dokuntu odunu toplayip sobasinda yakmak uzere evine goturebiliyor. Hersey arazi sahibinin.
Elektrik, su, telefon ulasmis her eve. Asil hayret ettigimiz seyler bunlar iste. Kilometrelerce yerlesime rastlamayacagin arazilerin arasinda tek tuk haneler var ve eletrik, su, telefon ulasmis, hizmet coktan evin icine girmis. 50 hane toplanmasina ragmen hane sayisinin az olmasi gerekcesiyle sebeke suyunu evine getiremeyen koylerimizi dusunuyorum da uzulmekten alamiyorum kendimi. Oysa haritada koyu harflerle yazilmis kasabanin bazen 50 hanesi bile olmuyor burada.
Ciftlik evi dedigimin sehirdeki evlerden bir farki yok aslinda, koy evi deyince gozumuzde canlananla da pek alakasi yok. Binalar coklukla Amerikan filmlerindeki duvarlari vince baglanmis iplerle, prefabrikmiscesine kaldirilan kasaba evlerinden. Hatta “evinizi tasiyalim” afisleri var yer yer. Cizgifilm gibi, komple kaldirip yerinden tirin arkasina yukleyip goturuyorlar evi yeni adresine. Arazi sahibi “cik kardesim arazimden artik” derse, evini alip yola dusebiliyor ev sahibi.
Komsuluk iliskisi seviyeli bir merhabalasmaktan ibaret cogu zaman. Ama yardimci olmak konusunda hic tereddutleri yok, yardima ihtiyac oldugu gozlerine carparsa. Daha bireysel insanlar. Mesafeden diyecek oluyorum, Karadenizin koylerinde bir yamactan bir yamaca yokus-inis demeyip cay icmeye giden teyzeler-amcalar curutuyor tezimi. Imkan cok, her evde her imkan var ondan yalnizligi seciyorlar diyecek oluyorum, komsunun evinde dizi izlemeye toplanan genis aileler, pasta-borek-corek gunu yapan hanimlar yanlisliyor tahminimi. Kimya diyorum artik, ne diyim? Kimyamiz farkli herhalde. O nedenle belki de bireysel aktivitelere yatkin olmayisimiz, biz toplumca toplu yapilan eglencelere egilimliyiz. Kitap hep beraber okunuyor olsaydi belki de kitap okuma oraninda tum ulkeleri geride birakabilirdik.
Hayvanlar cayirlarda gezente haldeler ya evin yakin mesafesine yigilmis (sadir derler ya hani) hayvan pisligi yok. Dolayisiyla koy evlerine has, Hollanda’da sehirlerarasi yolda bile burnunun diregini sizlatan o malum koku yok. Evlerin ici bizim koy evlerimize gore pek bir gelismis. Babaannemin koy evinde bulasik makinesi, mikrodalga firin falan yoktu mesela. Ancak bir davul firin vardi, tel dolapli zamanlarini bile hatirliyorum ben o evin. Demem o ki bizim evde bulunan elektronik esyadan daha fazlasi var evlerde. Insanlar cok mu varlikli? Hic de degil. Elektronik esyalar bizim ulkemize gore daha ucuz ama ondan da ote cok yaygin bir ikinci el kulturu var. Bizim spotcularimizdan cok cok coooook daha ucuz. Yenisinin onda biri fiyatina neredeyse. Kanepeden muzik setine, insanlar herseylerini ikinci elcilerden aliyorlar. Onun disinda soba bizim sobalardan ama kuzine pek yaygin degil, yakarken gazete ve kozalak kullaniyiorlar yine :), odunun kurusunu ama agirini tercih ediyorlar uzuuuun uzun yansin diye ama oraya kenara biryere patates gommeyi getirmiyorlar akillarina.
Imkaanlar iste… Hizmet iste… Yine imkanlar iste… Bir de toplumsal aliskanliklar…