Sabah uyandigimizda ilk fark ettigimiz sey geldigimizden beri camdan soguk gelmesin diye kapadigimiz perdenin icinden ve etrafindan gunes isinlarinin odamiza sizma girisimi oldu. Perdeyi actigimizda gozlerimiz kamasti neredeyse. Uc gundur sis, pus ve yagmur altinda olan sehir bizim ayrilacagimiz sabah isil isil bir gunese ve masmavi bir gokyuzune uynmis meger. Aksamdan cantalari hazirlamistik zaten. Ust sokaktaki fransiz pastanesine gidip tatli tatli kahvalti ettik, sonra da Shanghai trenimiz oncesi son 1 saatimizi gol kenarina giderek degerlendirdik.

Gol ve arkadaki tepeler cok net gorulmekteydi masmavi gokyuzu fonu ile. Kar cok guzel suslemis tepeleri. Meger bazi tepelerin zirvesindeki seyir teraslari gozle secilebiliyormus da sisten goremiyormusuz. Gol kenarinda spring fest icin dans figurlerini tekrarlayan 2 ayri grup vardi, onlari dinlemek ve izlemek zevkliydi.

Cigerlerimize biraz soguk hava biraz da manzara depoladiktan sonra hostela donup esyalarimizi alip tren garina gittik. Hizli tren ile 1 saat 20 dakikada Shanghai’ya ulastik.
Ilk gece hostelda kalacagiz. Metro akil almaz bir bicimde orulmus. 15 milyonluk sehirde her yere ulasabiliyorsun, her noktaya hic gun yuzu gormeden gidebilme ihtimalin var. Hizla hostele vardik. Sehrin gercek soguguyla o esnada tanistik. 5 dakika metrodan hostela yururken insanin yuzunu kesiliyormus gibi hissettiren soguk ve ruzgar insani kosar adim yurumeye itiyor. Gunes parlak ama ruzgar daha etkili.
Ilk gunumuz onumuzdeki bir kac gunu planlayarak, yemek yiyerek, etrafta gezerken aldigimiz budweisserlari tuketerek ve resim konusuna egilerek gecti genel olarak.
Shanghai’i yarin tanimayi dusunuyoruz.